Dil Nedir
Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; bin yıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurum; seslerden örülmüş bir ağ; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemidir
Dil, diğer insanlarla bütün ilişkilerimizde bize aracılık eden, sosyal bağlarımızı düzenleyen bir vasıta olarak hayatımızın her safhasında mevcuttur Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde ve her yerde onunla beraber yaşıyoruz İnsan konuştuğu dili doğduğu günden itibaren hazır bulur Fakat dil doğuştan bilinmez İlk aylarda ağlamalar, taklit, birtakım hareketlerle anlaşma sağlamaya çalışır Çocuk içinde yaşadığı topluluğun dilini, anadilini uzun bir çıraklık devresi süresince öğrenir Daha sonra kulağına gelen seslerin belli kavramlara, hareketlere, varlıklara karşılık olduğunu anlamaya başlar
Dil insan benliğinin ayrılmaz bir parçasıdır İnsan zekasının, insanda sınırı çizilemeyen duygu ve düşünce kabiliyetinin sonuçları kendi benliğinin dışına ancak dille aktarılabilir Bu bakımdan dil ile düşünce iç içe girmiş durumdadır İnsan dil ile düşünür Dilin gelişmesi düşünmeyi düşünceye, düşüncenin gelişmesi de dile bağlıdır Çeşitli medeniyetlerin meydana getirilmesini sağlayan düşünce, gelişmesini dile borçludur
Dil her şeyden önce sosyal ve millî bir varlıktır Fertlerin üstünde, bir milleti ilgilendirir Bütün bir milletin duygu ve düşünce hazinesini teşkil eder Bir milleti ayakta tutan, fertleri birbirine bağlayan, sosyal hayatı düzenleyen ve devam ettiren, millî şuuru besleyen bir unsur olarak dilin oynadığı rol çok büyüktür Bağımsızlığın temeli millî şuurdur Millî şuurun en kuvvetli kaynağı ise dildir
Belli ses öbeklerinin insanlar arasında danışıklı bir değer kazanarak birer kavrama karşılık olmaları dilin oluşmasında esas sayılabilir Bunun gibi onların çeşitli kullanışları da ortak değerler bağlayarak dilin kurallarını meydana getirmiş olmalıdırlar bunlar üreyip genişlemiş ve az çok titizlikle korunarak kuşaktan kuşağa aktarılmıştır Ses kanunlarına uyup zamanla değişmelere uğramış olmaları da tabiidir
Dil ile düşünce organı olan insan beyni destekleşe oluşmuş olmalıdır Öyle ki sonuçta dil düşünmenin de bir vasıtası olmuştur Ana dilimizden cümleler kurarak düşünürüz Bunları dile getirdiğimizde adına konuşma deriz Dil olmasa düşünce ve duygu da gelişmezdi, insan topluluğu ilerlemez, bir medeniyet oluşturamazdı Yine insanoğluna bahşedilen din hayatı ile sanat hayatı da dil temeli üzerine kurulmuşlardır
Dil konuşma aygıtının çıkardığı çok çeşitli seslerin son derecede karmaşık bir birleşiminden meydana gelir Ancak kulağımız da bunları bütün incelikleri ile ayırabilecek yaradılıştadır Bu sebeple biz onları çözümlemekte güçlük çekmeyiz Konuşma organlarının belirli bir durum alarak bir an içinde çıkardıkları basit sese bir seslik, yahut sadece ses deriz: a, ü, b, t gibi Bir soluk hamlesi içinde çıkan birkaç sesin topluluğuna da hece adını veririz: "bu, ka-pı, pen-ce-re" gibi
Bir dilde bir anlamı olan tek veya çok heceli ses öbeklerine kelime deriz:: "kuş, görmek, umutsuz" gibi Bir dilin bütün kelimeleri o dilin kelime dağarcığını meydana getirir Kelimelerin bir düşünceyi bir bütün olarak anlatan düzenli topluluğuna cümle adını veririz: "Orhan okula gitmelidir" Bir maksadı anlatmak için bir sıra cümleler kullanırız Buna da söz deriz Sözlerle anlaşmak konuşmakla olur
İnsanlar her kelime için, her hece için, veya her ses için ayrı işaretler kullanan türlü yazı sistemleri yapmışlardır Bugünkü ileri milletlerin yazılarında her işaret bir ses karşılığıdır Buna harf deriz Bir dilin kullandığı harflerin topluluğu o dilin alfabesi olur Bu türlü yazıya da alfabe yazısı adını veririz Yazılı bir sözü yeniden seslendirmeye okuma diyoruz Sessiz okumak da olur
Yeryüzündeki Diller
[ Sitemizdeki linkleri görüntülemek için üye olmanız yada giriş yapmanız gerekmektedir ]
Her milletin, her kavmin kendine göre bir anlaşma sistemi olduğu gerçeğinden yola çıkarak, dünyada ne kadar kavim varsa o kadar dil vardır diyebiliriz Nitekim, bugün ölü olan dillerle birlikte yeryüzünde yaklaşık olarak üç bin civarında dilin varlığından bahsedilmektedir Ancak nüfus itibariyle yüz milyondan fazla kişi tarafından konuşulan dilleri saymak istersek bu sayının parmakla sayılabilecek kadar azalacağı görülecektir
Dilin nasıl doğduğu ve konuşmanın nasıl ortaya çıktığı konusunda dil bilimciler tarafından birtakım teoriler ortaya atılmıştır Bunlardan bazılarına göre konuşma, insanın tabiattaki sesleri taklidinden ortaya çıkmıştır Bazılarına göre ise bütün dünya dilleri tek kaynaktan doğmuştur Bu ve bunun gibi teorilerin her birinin kendine göre bazı mantıklı gerekçeleri olmakla birlikte dil araştırmaları için gerekli olan metinlerden en eski yazılı belgelerin günümüzden ancak 5500 yıl kadar öncesine ait olması, ilk insanların ise bundan binlerce, belki de milyonlarca yıl önce yaşamış olmaları, dillerin doğuşu hakkında kesin bir yargıya varılamayacağını gösteriyor
Yeryüzündeki diller söz dizimi, zaman, yapı, canlı olma – ölü olma, kaynak olma ve türeme , edebî dil, konuşma dili gibi çeşitli prensiplere göre sınıflandırılmaktadır Biz burada dilleri yapı ve köken akrabalığına göre sınıflandırma geleneğine uyarak iki başlık altında inceleyeceğiz:
A YAPILARINA GÖRE DİLLER
Dünya dilleri, dili oluşturan kelimelerin, eklerin, bu eklerin kuruluş ve işleyişleri gibi yapı bakımından gösterdikleri benzerliklerine göre üç gruba ayrılır:
1 Tek heceli diller
Bu gruptaki dillerde, kelimeler, bir heceden oluşmaktadır Cümleyi meydana getiren kelimeler, ek almazlar ve şekil değişikliğine uğramazlar Bu dillerde kelimenin görevi cümle içindeki sırasından ve vurgusundan anlaşıldığı için çok zengin bir vurgu ve tonlama sistemi vardır Kelime çeşitleri özel seslerle ayırt edilmediği için aynı kelime yerine göre hem isim , hem sıfat, hem fiil, hem edat, olabilmektedir Çince ve Tibetçe bu grubun tipik dillerindendir Bazı Himalaya ve Afrika dilleriyle Endenozya dilleri ve Vietnam dili de bu gruba dahil edilir
Bu dillerde “birleşik kelimeleri oluşturan kelimeler bile biri birinden ayrı yazılır: Vo yav kan şu Çince bu cümle kelime kelime şöyle çevrilebilir: Ben istemek bakmak kitap Bu cümleyi Türkçe olarak söyleyecek olursak şöyle düzenleriz: Ben kitap okumak istiyorum Dien sı ci: Elektrik görme cihaz Bu üç kelimeden kurulmuş söz televizyon anlamındadır”[ Sitemizdeki linkleri görüntülemek için üye olmanız yada giriş yapmanız gerekmektedir ]
2 Eklemeli diller
Bu gruptaki dillerde tek veya çok heceli kelime kökleriyle ekler vardır Bu dillerde, kelime köklerinden yeni kelimeler türetilirken veya kelimelerin geçici durumları yapılırken kelime köklerine ekler getirilir Türetme veya çekim sırasında kökte bir değişme olmaz Köklerle ekler birbirinden kolaylıkla ayrılabilir Anlam ve görev değişikliği yapan ekler kelime sonuna getirildiği gibi kelime başına getirilen ekler de vardır Türkçemiz bu grubun en belirgin örneğidir Dilimizde ön ekler olmadığı hâlde kelime sonuna getirilen eklerde bir zenginlik ve çeşitlilik vardır Bu özelliğiyle dilimiz, sondan eklemeli bir dildir Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Macarca, Fince ve Samoyetçe bu grupta yer alan diğer dillerdendir
3 Çekimli diller
Çekimli dillerde de kelime kökleriyle ekler vardır Fakat yeni kelimeler türetilirken veya çekim yapılırken kelime kökünde değişiklikler olur Hint-Avrupa dillerinde kelime kökünde görülen değişiklik kökü tanınmayacak bir şekle sokar, ortaya çıkan yeni kelimede kökü hatırlatacak bir ses, bir işaret bulunmaz İngilizce’deki uzanmak fiilinin lie / lay / lain, yapmak fiilinin do / did / done, gitmekfiilinin go / went / gone; Almanca’daki atmak, fırlatmak fiilinin werfen / warf / geworfen; sein yardımcı fiilinin bin, ist, sind, war, waren şekillerine girmesi gibi
Arapça gibi çekimli dillerin bazılarında ise kökteki ünlüler değişirken türetilen yeni kelimeyle kök arasındaki ilgiyi koruyan bir bağ, kendisini hissettirir Çekimli dillerin tipik bir örneği olan Arapçada, kelimenin çekirdeğini oluşturan ünsüzler değişmezken belli kalıplarla yeni kelimeler türetilir Aynı kökten olan ders, medrese, müderris, tedrisat kelimelerinde d, r, s ünsüzleri sabit kalırken ünlüler ve bazı gramer unsurları değişmektedir
B KÖKENLERİNE GÖRE DİLLER
Köken bakımından birbirine yakın, aynı kaynaktan çıkan akraba diller dil ailelerini oluşturlar Dillerin birbirleriyle bir dil ailesi oluşturacak şekilde akrabalıklarının saptanmasında o dillerin ses yapısı, şekil yapısı, cümle yapısı, köken bilgisi ve ortak kelimeleri bakımlarından benzerlikleri araştırılır Bir dil ailesindeki dillerin kökenini oluşturan ana dile ait metinler pek bulunmasa da gruptaki diller arasında yukarıda sayılan noktalar bakımından benzerliklerin bulunması, zamanla birbirinden uzaklaşan dillerin, bilinmeyen bir yerde ve zamanda konuşulan ana dilden ortaya çıktığını göstermektedir Bir ana dile ait metinler olmasa bile, bu ana dilin bir çok özelliğini, kendisinden türeyen, ailedeki dilleri birbirleriyle karşılaştırarak tespit etmek mümkündür
Dil ailesi ifadesi, dillerin köken akrabalığını belirtmeye yarar Bu terim, akraba dilleri konuşan milletlerin aynı soydan geldikleri anlamını taşımaz “Aynı soydan gelen ve dilleri akraba olan milletler bulunduğu gibi, ırk bakımından birbirleri ile hiçbir ilişkisi bulunmayan fakat aralarında kültür ilişkisi ve kültür bağı görülen milletler de vardır Nitekim, Hint – Avrupa dil ailesi içinde yer alan diller, birbirleri ile soy bağı bulunmayan birçok millet tarafından konuşulmaktadır Bu diller herhangi bir soy ve ırk birliğine bağlı olmaksızın, temelde ortak bir ana dile dayanan, birbirinden türemiş; fakat zaman içinde değişip başkalaşmış olan dillerdir Fransız ve Rumen dillerinin Lâtinceden türemiş olmaları gibi
Aynı dil ailesinden gelen diller arasındaki akrabalık da derece derecedir Bir ana dilin ayrı ayrı kollarından gelen diller, İngilizce ile Farsçada olduğu gibi uzak akrabalardır Aynı ana dilin aynı dalından gelen kollar ise Almanca ve İngilizcede olduğu gibi yakın akrabalardır”[ Sitemizdeki linkleri görüntülemek için üye olmanız yada giriş yapmanız gerekmektedir ]
Köken akrabalığına dayanan belli başlı dil aileleri şunlardır:
Hint – Avrupa Dilleri Ailesi:
Avrupa Kolu:
Germen dilleri: İngilizce, Almanca, Felemenkçe, İskandinav dilleri
Roman dilleri: Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rumence Bu kolun ana dili, Lâtincedir
İslâv dilleri: Rusça, Sırpça, Lehçe, Bulgarca
Yunanca, Litvanca, Arnavutça ve Keltçe, Hint- Avrupa dil ailesinin Avrupa kolundaki diğer dillerdendir
Asya Kolu: Bu kolda Hint – İran dilleri yer almaktadır: Tarihî Sanskritçe ile başlıca Hint dilleri; eski, orta ve yeni Farsça
Bu grupta yer alan diğer bir dil de Ermenicedir
Hami - Sami Dilleri Ailesi:
Sami dilleri: Arapça, İbranice, Aramca, eski Suriye, eski Tunus dilleri, Habeş – Zenci dilleri ve ölü bir dil olan Akadca
Mısır dilleri: Eski Mısır dili, Kıptî dili
Libya ve Berber dilleri: Libya’da konuşulan dil, çağdaş Berber lehçesi
Çin – Tibet Dilleri Ailesi:
Çin ve Tibet dilleri bu dil ailesini oluşturur
Bantu Dil Ailesi:
Orta ve Güney Afrika’da konuşulan Bantu dilleri
Kafkas Dilleri:
Abaza, Çerkez, Çeçen, Lezgi, Gürcü, Lâz dilleri Bu dillerde ses sistemleri ve iç yapıları bakımından öteki dil ailelerine göre büyük farklılıklar vardır
Ural Dil Ailesi:
Ural – Altay dil grubunun Ural kolunu oluşturan bu dil ailesi kendi içinde iki kola ayrılır:
Fin – Ugur kolu: Fince, Lapça, Macarca, Ugurca
Samoyet kolu: Samoyet dilleri
Altay Dil Ailesi:
Bu dil ailesinde Türkçe, Moğolca, Mançuca ve Tunguzca, vardır Altayistik çerçevesindeki çalışmalarda Korece ve Japoncanın da bu dil ailesinden olduğu düşünülmektedir Korecenin Altay dilleriyle akrabalığına kesinleşmiş gözüyle bakılmakla birlikte Japoncanın akrabalığı henüz kesinleşmemiştir
İlk dillerin farklılaşması nasıl olmuştur? Ayrıca, zencilerin siyahlaşması nasıl oldu? (Sümeyye Coşkun)
Yaşayan her dil, büyük bir çeşitliliğe ve bolluğa sahip Her dilin, benzer kavramları veya düşünceleri açıklama ve ifade etme şekli farklı Bunda bir sürü etken var Örneğin insan toplulukları birbirinden uzak alanlara yerleştikçe, belirli bir süre içerisinde bazı kavramlar da bu topluluklara has bir anlam kazanmaya başlıyor Kişisel şive farklılıkları, zamanla toplulukların geneline yayılıyor ve birbirine yakın topluluklardan öteye geçemiyor Bunun sonucunda da, bir topluluğun bünyesinde şekillenmeye başlayan dil, diğer bir topluluğun bünyesinde şekillenenden farklı bir karakter kazanıyor Nihayetinde de, her iki topluluk kendine has bir dil geliştirmiş oluyor
Dillerin farklılaşmasında diğer bir önemli etken ise argolar Tabii ki burada meslek argolarından, yani jargonlardan bahsediyoruz Sadece meslekler için geçerli olmayıp, belirli kültürel birlikler ve hatta farklı yaş grupları arasında bile belirli jargonlar ortaya çıkıp yerleşebiliyor Böylece de, aynı toplum içerisinde bile dilde ufak tefek farklılıklar ortaya çıkıyor Dillere katılan yeni kelimelerin çoğu, belirli argolar halinde ortaya çıkıyor ve daha sonra kabul görerek dile yerleşiyor
Bir üçüncü etken ise, farklı kültüre sahip toplumların bir araya gelmesi Bir araya gelen gruplar farklı dillere bile sahip olsalar, birbirleriyle anlaşmak zorunda kalacaktır Bu nedenle de, belirli bir süre sonra bu farklı diller ortak bir noktada birleşecektir Tabii ki bu birleşim sonucu ortaya çıkan dilde, her etnik grup kendi yerel lehçesinin belli özelliklerini ön plana çıkaracaktır Sonuçta şekillenen dil de, başka bir yerde bir araya gelen herhangi iki etnik grubun veya grupların şekillendirdiği dilden farklı olacaktır
İlk dillerin ortaya çıkışı ise, bunlardan çok farklı değil Belirli özelliklere veya yeteneklere sahip olan insan topluluklarının bir araya gelmesiyle birlikte, bu gruplar kendilerine has dillerini geliştirdiler Yani en başta bile, birden çok dil vardı (poligenezis) Daha sonra insan toplulukları yer değiştirdikçe, yeni alanlara yayıldıkça, bu göçler sırasında birbirlerinden ayrıldıkça ve yeni gruplar bir araya geldikçe de dillerin şekillenmesi devam etti Bir başka yaklaşım ise, en başta tek bir dil olduğu (monogenezis) ve daha sonra yer değiştirmeler sonucunda, yukarıda anlattığımız şekilde farklı dillerin ortaya çıktığı
Ancak kesin olan bir nokta, ilkin insanların bizim anladığımız karakterde bir dile sahip olmadıkları Belirli durumlar için mutlaka birbirleriyle sözlü olarak anlaşıyorlardı, fakat bu muhtemelen düzgün ve anlamlı kelimeler yoluyla değildi İnsanın evrimi ilerledikçe, bu ilkin sesler de anlamlı kelimelere dönüştü Sonuçta da “konuşma” ve “dil” şekillendi
Burada bahsettiğimiz şey, konuşmadan sorumlu olan organların gelişimini tamamlaması Yani dil, damak, farinks ve ses tellerinin son halini alması Bunların zamanla gelişimini bir bebekte de görebiliyoruz
Gelelim ikinci sorunuza Zencilerin ten renginin siyah oluşu, derilerindeki Melanin pigmentinin yoğunluğuyla ilişkili Koyu ten rengi ise, yaşadıkları bölgelerdeki ortam koşullarına sağladıkları uyumun bir sonucu Afrika koşullarını bir düşünelim: ekvatora yakınlığı nedeniyle güneş ışınlarının en dik olarak ulaştığı bölge Sıcak hava koşullarının yanında, yer şekilleri ve bitki örtüsü de “koyu” bir ten rengini gerektiriyor Dünyanın kuzey ve güney bölgelerinde ise (ekvatora göre), bu koşullar söz konusu olmadığı için ten rengi daha açık Ten renginin koyuluğu, sadece güneşten korunmanın bir gerekliliği değil, aynı zamanda güneş ışınlarının yoğunluğunun bir doğal sonucu Güneş ışınları, MSH hormonunun salgısını arttırıyor ve vücutta Melanin sentezi hızlanıyor Ayrıca güneş altında uzun zaman kaldığınızda ten renginize ne olduğunu da düşünün (Hatta, size yardımcı olması açısından [ Sitemizdeki linkleri görüntülemek için üye olmanız yada giriş yapmanız gerekmektedir ] sorusunun cevabına da bakabilirsiniz) İşte tüm bu etkenlerin varlığı, zaman içinde gen havuzuna yerleşiyor ve ortam koşullarına en yüksek uyum, ırkların temel özelliklerini şekillendiriyor